Gündökümü-4: “Yarı Zamanlı Şair” (Emrah Sönmezışık)

Şairlik, uygunsuz zamanlarda gelen yazma isteğini yönetmektir çoğunlukla. Tanığı olduğumuz çağın çeldiricilerinin, bireyin kendini ilgilenmek zorunda hissettiği uğraşların fazlalığı günümüz için daha geçerli kılıyor bu önermeyi. Başka işlerle uğraşırken aklımıza düşen imgeleri, dizeleri o an not etmeyip havada bıraktığımızda en güzel dizeler unuttuklarımızdır savıyla baş başa kalıyoruz. Bazense aklımızdaki o parlak imgeler, öncekinin boşluğunu hissettiren yenilerine evriliyor. Yenilerin verdiği memnuniyet ölçüsünde mutlu oluyoruz veya olamıyoruz bu sefer de*. Şu da var; hiçbir şey ilk hâliyle kalmaz, uygunsuz zamanda gelen imgeleri kenara yazsak da zaman içinde gücünün yittiğini duyumsayıp onlardan vazgeçebiliriz. Bu istememezlik, imgenin, dizenin gücünün yittiğinden kaynaklanmaz aslında, üzerimizdeki etkisinin azalmasından kaynaklanır. İlk karşılaştığımız şeyin zihindeki etkisi her zaman, şeyin kendiliğinden fazladır. Şeyler, zihnimizde etrafını kaplayan bir bulutla yansılanır ve bazı durumlarda, dönemlerde bulutun ardını bir türlü göremeyiz. Bu körlük ne kadar yoğunsa o kadar büyük bir şiirle karşılaştığımızı veya ürettiğimizi sanırız. Karşımızdakini büyük görmeyi uzattıkça, aynı yerde saymaktan kurtulamayız. Nasıl ki anne, babamızı çocukken dev aynasında gördüysek, usta bellediğimiz şairlere de yaparız aynısını. Bir iki şairin hayranı olarak, birkaç şiirin etkisinden çıkamayarak ömrümüzü geçirdiysek, sanatta çocukluk evresinden çıkamamışızdır. Şiirimizi yıpratan tekrara düşmek, yerinde saymak değildir aslında; çünkü tekrarcılar, yerinde sayıcılar eninde sonunda geleneğin değirmeninde yok olurlar. Şiirimizi yıpratan asıl durum, çocukluk evresinde kalan şairin gençlik evresine erişemeyerek yeni buluşları, yeni tatları, şiir geleneğimize sunamamasındadır. Bazıları çocukluk evresinde oyalanmaksızın gelenekle ilişkilenmesini handiyse çıkışlarından itibaren zayıf tutarak şiirin zeminini yeniler ki bu sayede usta şairleri, yaşlı şair, eski şair konumuna düşürür. İşte şiirimizin ileriliği, gelişmişliğinde şairlerimizin gençlik evresi belirleyicidir ve özgünlüğün önemi en çok da buradan gelmektedir.

Yaratıcılık için özel zaman ayırmadığımız sürece yaratma ediminden söz edilemeyeceği her ne kadar açıksa da uygunsuz zamanları uyguna çevirmek bizi vasat yazar, şair olmaktan kurtarmayabilir. Devrim yaratacak yeteneğimiz yok diye şiirden uzakta duracak değiliz elbette. Sürekli yazacağı şiiri veya genel olarak şiiri sürekli düşünen birinin vasatın üzerine çıkacağına inanırım. Tabii ki de kendimizi hangi yönde geliştirdiğimiz, hangi yelpazede donandığımız önemlidir ama vasatlık eşiğini kırmanın anahtarıdır şiir fanatiği olmak. Vasatı aşıp şiire ilmekler atmayı da yeterli göremeyiz; şairin çabası, özgün motifler bulmak olmalıdır. Şiir, yaşam koşutluluğunda süreklilik arz ettiğinden şairden de süreklilik içerisinde üretmesi beklenir. Ama esler vermeksizin, biriktirmeksizin de üretken olunamaz. Eslerin uzunluğu yazageldiğimiz şiirin niteliğine bağlı olduğu gibi psikolojik, ekonomik kuşatılmışlığımızla doğrudan ilişkilidir. İnsanın, yaşamın ekonomik gerçekleri, şiirin ekonomik boyutsuzluğunu fırsat bilerek şiiri eziyor ve en iyi ihtimalle şairlik yarı zamanlı bir uğraşa dönüşüyor. Şairin şiir tutkusunu diri tutması gerektiği kadar şiirin berrak bir zihne gereksindiğini unutmayalım. Sürekli hayatın maddi tarafını düşünmesek bile, işi olanlar için söylüyorum, işten gelen zihinsel yorgunlukla da şiire yaklaşmak yararsızdır.

Şiirin maddi karşılığını aramak ve savunmak, şiiri illaki kirli yolların, düzenlerin malzemesi yapmaz, yapmamalıdır. Diğer türlü, maddi kaygılar ve ilişkiler yüzünden şairin tutkusu gittikçe azalacak, şiire sırt çevrilecek, gün gelecek maaşlı veya maaşsız bir şekilde hayattan emekli olunca da eski tutku akıllara düşecek ve şiire dönülecek, dönüldü sanılacak. Böylece şiir, şu an olduğu gibi emekli abi ve ablaların elinde hoş bir oyuncak sanılacak. Günümüz Türk şiirinin büyük ölçüde emekli uğraşı olmasında şairine maddi özgürlüğünü veremeyen şiir dünyasının payı büyükse de şiirine değer vermeyen yarı zamanlı şairlerle başımız daha bir dertte sanırım.

*Mutluluk neydi? Mutluluk anı yaşamaktı, andaydı; buna inandırılmıyor muyuz şu sıralar? Oysa mutluluk anın bize verdiği bir şey değil, bizim ana sunduğumuz bir şey değil miydi? Eğer ayrımı kavrayamazsak, memnuniyet ile mutluluğu karıştırmış olmaz mıyız? Zaten bu kötücül düzen memnun olmaksızın mutlu olmayı becerebilmemizi istemiyor mu bizden?

Emrah SÖNMEZIŞIK
16.03.2023