Gündökümü-5: “Nasıl Şiir Yazamıyorum” (Emrah Sönmezışık)
Zorlanıyorum şiir yazmakta, hem de çok… Şiir tutkumun azaldığı da doğru. Eskisi gibi okuma hevesim de yok. Geriye dönüp baktığımda, en üretken olduğum dönemler, en çok kitap okuduğum, resim sergileri izlediğim zamanlara denk düşüyor oysa. Kendime baktığımdaysa dışa dönük durağanlığımın arttığını; iç dünyamdaki hareketli, çalkantılı dönemin de yavaş yavaş sönümlendiğini görüyorum.
Şiir üretimi bakımından son birkaç yılım verimsiz geçti. Küresel Kovid-19 salgını ile başlayan düşüş, geçirdiğim ameliyatla, ameliyat öncesi ve sonrasının stres ve sıkıntısıyla hızlandı. Şu sıralar, fiziksel gücümün de azalmaya başladığını düşünüyorum. 18 yaşımdan sonra kendimi hiç o zamanlar kadar büyük hissedemedim. İlginçtir ki en cesur olduğum dönem, ilkokul yıllarımdı. Güç, cesaret vb. duyguların tepe yaptığı zamanları saptamak şunu gösteriyor aslında: kendimizi güçlü-zayıf, büyük-küçük vb. hissedişimiz tutarlı bir algıdan kaynaklanmayabilir.
Ne kadar istesek de istemesek de çoğu şey, kontrolümüz dışında azalıyor veya artıyor. Tam da bu noktada neyin önemli, neyin düşündüğümüz kadar önemli olmadığını, çoğu konunun hiç de önemli olmadığını anlamaya koyulursak kendimizi kotarabiliyoruz. Yoksa, hayat acımasız bir öğretmen gibi sürekli kabul etmediğimiz, inat ettiğimiz yerden sınıyor bizi. Hayata, yani kendimize izin vermediğimiz sürece gelişim göstermek de güç. Tıkanıkları zamanında açmak, işi tükenme noktasına gelmeden çözmenin en akılcı yolu. Afrika kıtasında kazma kürekle kazılan altın kuyularında, işçiler en fazla üç ay çalıştıktan sonra altın bulamadıkları o kuyuyu terk ederek yeni kuyular kazmaya girişiyorlarmış. Kendi madenini bulup çıkarmak isteyen ve işlerin yürümediğini, tıkandığını düşünen herkes için örnek bir davranış ucu var bu tutumda.
Yazmak istediğim şiiri yazamadığımı düşündükçe daha da zorlanıyorum. Başarabilirsem, artık ilgilendiğim konunun, an’ın kısa öyküsünü yazacağım ve sonradan o öyküyü şiire dönüştüreceğim. Deneyeceğim… Yazmaya başladığım ilk yıllarda, sürekli yeni şiir konuları düşünürdüm ve bir şiir taslağım varsa aklımın arkasında onu tamamlamak için çalışır dururdum. Zihnimin bedenimden bağımsız sürekli şiir düşünmesi, bulunduğum ortamdan soyutlanarak kendimi korumamı sağlardı. Sonraları, bir şiiri düşünmek yerine imgeleri bulup not etmeye başladım. Masa başına geçip not defterimdeki imgelerden yola çıkarak belki de kolaj sayılabilecek şiirler yazdım. Bu şiirlerin çoğu, yaratıcılığımı arttırdığına inandığım aynı müzik listesini dinleyerek yazıldı. Son zamanlarda ise, tıkandığım yöntem olur; aklımda konu olsun olmasın bilgisayarın başına oturup dizeleri, imgeleri o an bulup çıkarmak. Hazırlıksız bir çalışma şekli olduğundan akmayan bir şiir, hepten can sıkıyor ve tutkumu gittikçe azaltıyor. Bir şiir için altı ay uğraşmışsam ve okunma karşılığını bulamamışsam şiire olan inancım da zedeleniyor. Beni zorlayan bu yazım biçimine geçişin, iç dünyamdaki belirsizliklerin baskın olduğu çalkantılı döneme denk düşmesi de tesadüf değil sanırım.
Akıldaki öz, teknik ile alımlanabilir bir ürüne dönüşür. Ürünün hangi teknik ile uygulandığıysa niteliksel öğelerini belirler. O hâlde, yeni yazım teknikleri denemek, şiirinizi niteliksel bakımdan değiştirebilir, değiştirmelidir. Kişinin psikolojik durumundaki değişimden bağımsız yeni bir tekniğe geçiş nasıl sonuç verir bilemem ama Afrikalı altın işçilerinin o basit kuralı olmasaydı ömürlerince hiç altın bulamayabilirlerdi.
Emrah SÖNMEZIŞIK
26.04.2023