Duygu Gündeş’in anısına…


SON ANI: DUYGU GÜNDEŞ (Göktürk Yaşar)

12. 12. 2018 tarihinde Upas çatısı altında yazar, çevirmen, şair, yönetmen, sanatçı dostlarımız ile Vault 34 / Yeşilçam Sineması (Beyoğlu)’nda etkinlik gecesi düzenlemiştik. Çok renkli ve eğlenceli bir geceydi. Tanımlamalar, imzalar, performanslar, tatlı sarhoşluklar…

Etkinlik bittiğinde Zafer (Yalçınpınar) ağabey, Duygu (Gündeş) abla ve kıymetli dostum Eren (Burhan) ile ben Karaköy’de bir mekâna geçmiştik. Sohbetler edildi, şiirler okundu, eleştiriler konuşuldu. Çok yapıcı bir atmosferdi. İnsan artık günümüzde bu tarz eylemlere aç. Neyse… Bu harika denge sürerken son vapurun kalkma saati yaklaştığı için mekândan ayrıldık. Vapurda sohbetimiz devam etti. Kadıköy’e geçtiğimizde biraz daha konuşup ayrıldık. Bu ayrılış anı Duygu (Gündeş) ablayı son gördüğüm zamandı…

Birkaç hafta geçti. O sırada İstanbul’da değildim. Gecenin ikisi… Bir telefon… Karşımda bir adam (Zafer Yalçınpınar)… Hüngür hüngür ağlıyor… Ama nasıl biliyor musunuz? –umarım hiç bilmezsiniz- Dedim kendi kendime: -Bunu biliyorsun Göktürk. Sen bunu biliyorsun…- İnsanın çok çaresiz hissettiği anlar olur yaşamında. Bunu daha önce farklı banliyölerde yaşadık, yaşayacağız da, bunun farkındayım. Ama o an ikimizin de elinden gelen tek şey ağlamaktı. Başka bir bok yapamıyorduk…

…Neyse…

Bir veya iki gün sonrasında Duygu (Gündeş) abla için bir şiire başladım. Gerçi şiirden ziyade bir ağıt desek daha mı doğru olur, bilmiyorum… Şiiri yazdım, bitti. Fakat Zafer (Yalçınpınar) ağabeye göstermem için bu şiire bir başlık şarttı. Üstü açık bir ev havası veriyordu diğer türlü şiir bana. Sonra düşündüm. Zafer (Yalçınpınar) ağabey ona -Biricik Mu- derdi. Sonra biz de alışmıştık buna. Sıfatı bilenler yakın dostları Duygu (Gündeş) ablaya böyle seslenirdi bazı bazı. Şiirin ismine bunu koymayı düşündüm ilk önce. Ama bunun mahremiyeti Zafer (Yalçınpınar) ağabeydi. Ben de başka bir şey düşünmeye başladım… Sonra Quetzal isimli bir kuş türüne denk geldim. Maya uygarlığında bu kuş türü özgürlüğü simgelermiş. Duygu (Gündeş) ablanın da özgürlüğe nasıl değer verdiğini bilen biri olduğum için onunla özdeş bir şey bulduğumu düşündüm ve şiirin ismi -Yerli Quetzal- oldu…

Sizi -Yerli Quetzal- ile baş başa bırakmadan önce Duygu (Gündeş) ablanın Sappho ’dan çevirdiği -Sevgiliye Övgü (31. Bölüm)- şiirinden bir alıntı ile veda ediyorum:

-Zayıf kalan kalbim
unuttu birden çarpmayı, 
Bayıldım, düştüm ve söndü       
Sonsuza dek ateşim.-

(Duygu Gündeş için…)

1/
Seni unutmayacağım.
Seni unutmayacağım

2/
-Ve artık ben bu iniltili insan derisi içindeki resmi görebiliyorum…-

Aralıktı
Tohumlar hâlâ donuk
Gece neşeliydi
Az bir kalabalık bizi merak edip gelmişti.

Hepimiz saçmalık saçan histeri anı
Seanslarıyla konuşuyor,
Gülüşlerle yerlerde yuvarlanıyor,
Oturuyor,
Masaya ve
Sandalyelere tünüyorduk.

Ağırlık merkezli ben.
(O’nun sözü ile)
Gecenin ağırlığını taşıyan ben…
Oturduğum yerde gözlerimle insanları oyuyordum.

Geceyi Karaköy’de geçirdik
Bir bar masasında sekiz gözle.

Karşılar ve insansız, arabasız trans modları
Haikular, uzun paket sigaralar ve ondan daha uzun sözlerle
En önemlisi büyük bir sarhoşluk etkisiyle
Hatırlıyorum o günü…


Hatırlıyorum. Evet, hatırlıyorum.
Son gördüğüm zamandı seni.
Şişmiş alnın ve
Çevirdiğin şiirlerle…
Önüne kitabını koydum ve imzalamanı istedim.
Yarı ayık bakışlarla bana baktın
Ve hafif gülümseyerek; -iyi ki geldin, iyi ki varsın- yazdın.

Evet, eminim.
On iki on iki on sekiz tarihinde
Karaköy’de bir bar masasında
Dört kişiydik
Üç bira ve bir kadeh rakı vardı masada.

Esrarengizden, gece karanlığından, ülkelerden, dillerden
Bahsetmiştik ve kırsaldan.
Son vapur kalkarken…

3/
Evet, hatırlıyorum. Tam tarih…
Sıfır bir sıfır iki on dokuz, saat gece yarısını geçiyordu.
Bir mesaj arkasından bir telefon konuşması…
Konuşma sırasında karşılıklı oturup çocuk gibi ağlayan iki adam.
Yokluk…
Şöyle tanımlamıştı iri adam ölümünü;
-Şiir gibi bir şey bu,
Yokluk… Anlarsın, sen de yaşadın.-
Susmak…
Elden gelen hiçbir şey yok!
Evet, artık biliyorum.
Yalnızız ve o iri adamdan başka bir haber yok!

4/
Daha
Yoğun
Olabilirdi
Belki.

Ama
Bu
Sondu!


DUYGU’YA… (Hüseyin Can Yücel)

Edebiyat kokan Kadıköy sokaklarında tanıştık bir gün seninle. Sait Faik’i andık hep birlikte ve sen her zamanki gibi sessiz ve zariftin. Bir de baktık ki tahta iskemleli bir meyhaneye atmışız kendimizi… Masamızın en nadide çiçeği sendin ve üç adalının da okuduğu tüm şarkılar senin içindi o gece… Karanlık, soğuk bir gündü seni sonsuzluk bahçesine bırakıp geldiğimiz. Şimdilerde dilimizde yarım kalmış bir şarkı gibi Todori’de, Selahattin Pınar’ı anışımız geldi aklıma ansızın. Yoksa Fenerbahçe Dalyan mıydı? Dalgaların dövdüğü Hera kayalıklarında gitar melodisine saklanmış bir gönül sızısı gibi, kalbimizde saklı durur tüm hatıralar. Işıklar içinde ol sevgili Duygu…


İÇBÜKEY KIVRIMLAR (Emir Alisipahi)

Duygu Gündeş anısına

Zafer abiyle ilk karşılaşmamız 2019 yılında Tasarım Atölyesi Kadıköy(TAK)’de düzenlenen bir fanzin festivalinde oldu. Kendisi tezgahta duran kitabımı alıp büyük bir özenle okudu, söylemleri inceledi ve hızla yanıma geldi. Bir ufak nefeslenip, kitaptaki bazı bölümleri işaret ederek -ben de ölümü tanıyorum, 3 ay önce en yakın dostumu kaybettim- dedi bana. Duygu ablayı ben o gün tanıdım. Sonraları tabi evvel üzerinden ve Zafer abinin aktardıklarıyla kendisine yakınlaştım. Hikayesi dikkatimi çekmişti çünkü hem incelikleri hem de uğraşıları dolayısıyla şiir çıkmazında oturduğu aşikârdı. -Delilik bu!- Anlayacağın, bile bile lades. 

Sevmenin birbirinden ayrılmaz iki niteliği olduğunu söylerim hep. Nedense bunları yazarken aklıma geldi tam da. Biri işte -eğilmek-. Diğeri de üstelemek. Bu iki unsur merkezî olarak yaşantıda bir refleks haline gelince, imgenin genleşmesi kaçınılmaz oluyor tabi. Duygu ablada sezdiğim, bu iki unsurun ayaklarıyla gezinirken aynı zamanda gezindiği yerin bir kan gölü olduğunu -ki tarihten beri böyledir bu- anlamış olmasıydı. 

-Çimenim ben, bırakın işimi yapayım!-

Üstelik, kanın gövdeyi -hâlâ- götürdüğü yerde. İşte bu teraneyi az buçuk derinleyen  insanlara pagan damgası vuruyorlar ya, öyle!

Dilin içinde bile kaçacak delik arıyoruz, hem de kelle koltuk! Köşe bucak kafa tutarak da!

Ya da her zamankinden One More Cup of Coffee! Kendi elimle! 

Duygu abla -sözüm ona- annesini görmeye gitmeden önce Zafer abiyle dışarıda bir kahve içmek istiyor. Hiç

kahve sevmediğini de eklemişti Zafer abi anlatırken bana. Sonrası uzun. İki kançanağı oturduk gün boyu, bacaya döndük.

İçbükey Kıvrımlar’ı onun anısına yazmak istedim. Niyetim gözkıyısından geçmekti belki ya da bayramlık ağzımı açmak. Biraz da tabi onun yutkunduklarından. becerebildim mi bilmiyorum. Soru ekli ama işaretsiz birkaç cümle.

evvela,
-yani-
herşeyden önce
sen de biliyorsun.
sabahların,
hırpalanmış denizinde yüzen,
öylesine hırçın çocuklardık.
umudun,
kulak tırmalayan nutuklarına 
çarpardı kulaçlarımız.

çünkü o bel kemiğimizdeki arzu,
çünkü o şehvetin çürümüş kesinliği,
-alışkan- bir vebayla lanetlenmişti.

işte bu, 
çin pazarında,
tacirlerin eline düşmüş,
taşlarımız.

işte bu,
usulden kovgun,
balıkların özverisiyle biçimlenmiş,
taşlarımız.

işte bu
kol gezen sessizlikte,
denizlerden daha ıslak 
ekmeklerimizle,
hazirandan daha zor
günlerimizde,
canhıraş,
can verdiğimiz yerlerin,
can suyunda
can çekişirken,
canım,
seni,
çekti.

sonra kalktı papazın teki,
sırf endüljansın arka cephesine,
yoldan sapmış cümleler kurup,
kilisenin -altın yaldızlı- duvarına
çaktık diye aforoz etti bizi.

halbuki bu yalnızca ,
gövdenin boy gösterişi,
yani,
gövdenin görünen yüzüydü.

müsterih ol papaz efendi.
inan,
senin de günahlarını çıkarttık.
inan.
acı
(na)
yor
duk.

sen de görüyorsun sevgilim.
kalemi ilk bakışlarımızda kırdılar.
çatında
öfkelendik,
kaşlarımızın.

koyun koyuna
öfkelendik,
elimizin kiriyle
öfkelendik,
ölüye su serperken
gözyaşlarımız,
dilimizin pasında
lekelendik,
dilimizin pasıyla
incindik.

işte, 
görüyorsun sevgilim.
bu diyardan biz,
inceldiğimiz yerde koptuk.

işte, görüyorsun ya!
anlamak,
ve anlayış.
çağlar boyu süregelen,
en ince hastalık. 

ve herşeye rağmen,
-yalnızca-
senin koynunda yadırgamadım,
bu dünyevi muhabbetlerin
kirli uğultusunu. 

şimdi giderayak 
deliller bırakıyorum ardımda, 
damlaların o katıksız
ağırlığınca.
tembih ettim kuşlara,
ve bilhassa,
fısıldadım yılgın kanatlıların,
sivri kulaklarına.

heybetli uçaklar,
yolunuza engel değil!
sinsi kurallar,
kaz gelecek yerden
tavuğu esirgemeyen
kurallar,
yılanın başını
küçükken ezen
kurallar,
kısa ayaklarını
gizleyen
kurallar,
yolunuza yordam değil!

ve tesellisi züğürdün,
yetinecek yer değil!

bozdum bütün ezberleri,
gidiyorum.
çekilemez artık tırnakları,
çağlanır bu kargaşa!

acının gölgesine düşerken,
yadırgadım bütün bu zırvaları.

dallara tünerken,
gördüm.
-yalnızca-
kediler izlemekte,
kesilen ağaçları.

kendimi sınarken,
bildim.
kumrular da sığıntıymış,
saksılara,
cam kenarlarına.

ve elbette sevgilim.
kabul,
en çetrefilli yoldu,
dağların kıyıya
dik uzanan yamaçlarında.

velhasıl,
-yani-
herşeyden sonra,
sen de biliyorsun.
süratli bir varıştı zihnimizdeki,
enkaza dönüşün altın çağına

-azap-*

ölüm*
yeğdir!

*Ölüm bir insanı ancak bu denli Duygu’suz bırakabilirdi.


ÖNEMLİ NOTLAR/ADRESLER: 26 Ocak 2019’da yaşamına son veren Duygu Gündeş‘in tüm edebiyat çalışmalarına http://duygugundes.info adresinden, şiir çevirilerine https://upas.evvel.org/cevirisiirler.pdf adresinden, Duygu Gündeş’e ağıt olarak kaleme alınan Ölümcül Defter’e ise https://upas.evvel.org/olumculdefter.pdf adresinden ulaşabilirsiniz. (Ölümcül Defter’in basılı nüshası da şurada: https://www.kitapyurdu.com/kitap/olumcul-defter/617360.html)