Poetika: “AKİNEZİ” (Yonca Enderer)
Fiber ağlarla örülü sonsuz uzayımızda avuç içlerimizde ekranlarla ve getirdiği başka her şey ile hepimizin söyleyebilecek bir şeyi, en azından edeceği bir iki kelâmı var. ‘Bir diyeceği olmak’ benim için ‘hâlâ’ kadar söylenmesinden hoşnutluk duyduğum özel bir oluştur. Ancak şiir söz konusu olduğunda benim dışardan gözlemlediğim, şimdiki hız dünyasında kolay okunabilecek kadar kısa ve anlık haz yaratan ya da yalnızca romantiklerin dilinde sevgiliye söylemek adına danışılan bir kaynak olması ile şiirin bir söylem biçimi olarak çok klasik bulunması gibi olgular mevcut.
Yeniçağ, o ‘ilk söz’den bu yana pek çok yeni söylem biçimleri getirdi. Sıkıştırılmış konsantre mısralar beraberinde içi boşaltılmış yalnızca etten oluşan kemiksiz bir tür varlık yarattı. Bu yaratımı bir ‘varlık’ olarak değerlendirmek gerekirse imaların unutulduğu, okuyucuya hayal kurduran, anlaşılmaya ve anlamaya çabalayan bahçeleri yakıp geçti. İmaların naifliğinde, çırılçıplak bırakılan şiir, yeni nesil kadınlar kadar transparanlığını yitirdi. Çünkü şiir için kullandığım bahsi geçen ‘transparan’ olgusu şiirin sade süsü, estetiği, saydamlığı ve tende ipek kumaşın kayganlığı kadar baştan çıkarıcıdır. Biraz örtük lakin saklanmayandır. Tam da bu yüzden şiir baştan çıkarmalı, okuyanı aynanın arkasına çağırmalıdır. Bu yüzden günümüz şartları altında aslında şiirin bir tiyatro sahnesi olduğu ya da terler içinde soluk aldığı unutuldu. Bahsettiğim bu örnekleme elbette geleneksel bir şiir biçimi değil, okuyucuyu vuran, yeri gelip öldüren ve tekrar tekrar dirilten bir büyü gibidir âdeta. Bu da gerçek şiirin rüyalarla ya da kâbuslarla süslenmiş olduğu durumu barındırır.
Şiirin yorum-biçimi, içgüdüsel bir hayvansılıkla tırnaklarını kanatana kadar eşeleyen bir kazıcı, meraklı çocuklar kadar olağan bir gözlemci ve bir büyücü gibi nefesi kuvvetli bir şairin elinde yoğrulmalıdır. Bu bağlamda sıkı diyebileceğimiz şair acıdan kaçınmamalı, çocukluğunu kaybetmemeli ve ‘ben’lerini ayırabilir olmalıdır. Sıkı şiir küfür eder, sıkı şair küfrünü giydirmeden sövmez. Sıkı şiir aldırış etmez, sıkı şair güzel aldırmazdır. Bir nevi sıkı şair ‘şık latife’dir.
Misal arılar, çiçeklerin nektarını bala dönüştürürken, nektarın tatlı olmasına rağmen balın derin lezzetini bedenindeki sıvılarla mayalıyorsa, sıkı şair de maddi manevi sahip olduğu her şeyi şiirine yedirmekle mükelleftir. Günümüz yeni akım şairlerini bu bağlamda ‘ben’lerinden uzak gördüğümde okuyucunun kendinden bir başka ‘ben’i yakalaması da zorlaşıyor. Daha açık bir ifade ile şiir hangi köşesinden tutup bakarsanız bakın kendiliklerimize dair bir şeyler bir şeyler deneyimletmelidir. Bu açıdan şair okuyucusu karşısında bir gezgin kadar özgür olmalıdır. Tabiri caizse ‘göğe bakmayı bilmek’ ile yeraltı muhafızlığının arasında bir ikilemdedir şair. Çünkü sıkı şiir, insanın başına gelen en güzel ‘dilemma’dır. Söz konusu ikilem, insanın hayatta toplumsal anlamda tek bir şey olabileceği olgusundan mütevellit, bize sonsuz olasılıklar sunmalıdır. Şayet tek bir olasılıktan bile başlasa, şair tarafından öyle bir söylenmeli ki buz dağının altındakini de fısıldayabilsin. Çünkü şahsım adına şiirden de şairden de anladığım en önemli şey; doğru, bildiğini yapar.
Yonca Enderer
Ocak 2019
Ayrıca bkz: Mai