Varoluş Denemeleri (1.Bölüm) (Tan Tolga Demirci)
Farkındalık sınırının aşılması, sıkıca tutulan ‘anlam’ bilgisini elden kaçırır ve gündelik gerçek, kendi üzerine yansıyan ‘mizansen’ duygusunu tek kişilik bir hava boşluğuna dönüştürür. Boşluğu oluşturan, dişi belleğin, tıpkı işlevi dumura uğramış bir organ gibi çıkarılıp saklanmasıdır. Belleksiz kadın, onun eylemlerini yalnızca kendi düşünce sınırlarınız dahilinde kestirebileceğiniz yatay bir boşluktan ibarettir. Ve o boşluğa düşmeksizin korumaya çalıştığım bellek, zamansız olan, ancak kendi olmayan dişi imgeye ulaşabilmemdeki tek sırdır. Genetik süreçlerden uzak, zamanla oluşan ve sonrasında kendi sonsuzluğunu kazanan bu sır, kemik iliğinin iç yüzeyine gömülmüş ilahi bir sarmal çizgide saklıdır. Konuştukça kendinizi gizlediğiniz ve gizlendiğiniz ölçüde yaklaştığınız belleği olmayan boşluk, ancak ilikte bulunan sarmal gücün yardımıyla sizi yutan değil de kusan bir boşluk haline gelir. Bir boşluk tarafından dışarı fırlatılmak, ‘varoluşun’ zavallı bir yaşama hırsına dönüşmesinden başka bir şey değildir. Gündelik gerçekliğin neredeyse dışında ve boşluğa doğru açmış olduğunuz kapının basit bir dil sürçmesiyle ya da sendelemeyle suratınıza kapanması, ‘kendilik’ tanımınızı yeniden cisimleştirir, yaşadığınız ‘an’ı zamanın kendisinden soyutlayarak onu gelecekçi çizgileri korunmuş bir fosil haline getirir. Uzun süredir saklanmak adına bulunduğunuz şehir, kendi kafanızda yarattığınız bu olağanüstü sıcağa dayanamayarak nefesini tutar ve çok geçmeden ölüme karşı direnen topal bir arzuya dönüşür. Hemen hergün, hiç de mucizevi olmayan bu arzunun merkezine yaptığım yolculuklar, çocukluğumdan çıkan sinir uçlarını gündelik yaşam kaygısının sıradan zorunluluklarına iliştirir. Kazara çiftleştirilmiş birbirinden bağımsız iki imgenin, kendilerinden bağımsız bir üçüncü imgeyi doğurması, yaşadığınız şehri sadece size ait kılan ölümlü bir enerjinin serbest kalmasına neden olur. İç kanamayı çağrıştıran ve kabuğunu sıyırdıkça etkisi artan ‘sıcak’la birlikte size terk edilen şehir, travmatik bir yalnızlığı da beraberinde getirir. Çoğu zaman yaşadığım bu yalnızlık duygusu, paha biçilmez bir deniz kabuğunun içinde can çekişmekte olan yeşil bir çekirgeye benziyor. Güçlü bir görsellik yaratsa bile ölümün bellek dışı görkeminden kaçamayarak kendi sıçrama fantezisinin ayak ucunda yok olmayı bekleyen yeşil ve biçimsiz bir yalnızlığa aitim! İç organları çıkarılarak tütsülenmiş bu kalabalığın içinde yalnız bırakılmış İstanbul şehrinin sonradan olma duvarlarına asılmış topal bir arzuyum. Uzun süredir kendimi böyle tanımlıyorum çünkü herkesin aç bir köpek gibi saldırıp yapışarak sütünü emdiği şu zamana ait olmadığımı düşünüyorum. Devasa bir yastığın içinde sıkışarak kumaşı yırtmak adına tekmeler savuran bir fikrin, yastığın biçimini bozması, ancak asla onun dışına çıkamayışının döngüsel kaderine benzer biçimde ben de bedensel jestimin biçimini ruhsal bir manevrayla bozup onun tanıdık işaretlerini şaşırtmaya çalışıyorum. İçrel kılınmamış nesnenin dışarıya yansıtılarak tarihi reddeden bir uydu bilgi alanı oluşturması gibi, ben de mekanın hacmiyle birlikte tükettiğim kronolojik zamanı bükerek, kendim ve kendilik arasında paralel bir kurgu, kitabi bir refleks yaratıyorum. Kendim ve kendilik arasında, düşünsel bir refleks sonucu açılan boşluk! Şayet ‘O’ diye birisi varsa, şayet ‘O’, arzunun çıktığı yer ve onun hedefi arasında süregiden yanılsamalı devinimin çürümekte olan zaman algısıysa, şayet ‘O’, kırılmış bir çarkın kendi çevresi etrafında dönerek çıkardığı sözcük sesleriyle aşkı ölümden koruyan ‘şey’ ise O’nun, kendim ve kendilik arasında ‘O’ olmayan bir öteki tarafından yaratılmış olduğuna eminim. Giderek hacimlenen boşluk duygusu, kendi sınırsızlığını O’nun sayesinde yanılsamalı bir gerçeklik algısına dönüştürdüğünde, aşk eyleminin koordinatları da kişisel tarihinize yazılmış olur. Yaşayamadığınız anda yasa bürünen, kendisinden uzaklaştıkça peşinizi bırakmayan, gözlerinizi açtığınız anda sizi yok sayan o büyük aşk, tıpkı bir nefes ya da ruh gibi genleşerek sahip olduğunuz her şeyi daha da yüksekten izleme fırsatını sunan bir prova kayıttır. Ne yaparsanız yapın, o büyük aşk karşısında yaşadığınız çaresizlik, er ya da geç başkalarının trajik zaferiyle gözyaşı olarak düşecektir.
Tan Tolga Demirci