Söyleşi: “Gözler Odası” üzerine… Ceren Fındık ile…

Zafer Yalçınpınar: En İçteki Yer’ adlı çizimlerin Eylül ayında, Upas Yayın kapsamında kitaplaştı. Daha önce aynı isimle bir sergi olarak da icra edilmişti. Şimdi ise Ankara’da 24 Ekim tarihinde İklim Sanat Projesi kapsamında ‘Gözler Odası’ adlı yeni sergin açılacak… Çizimlerinde düşsel bir incelik görüyoruz, imgeleminin özütünü nasıl tanımlıyorsun?

Ceren Fındık: Yeni sergim için ‘Gözler Odası’ ismini özellikle seçtim. Genelde resimlerimde gözler var ve bu gözler izleyiciyi rahatsız edebiliyor, çalışmalarım insanlara rahatsız edici gelebiliyor. Bunun sebebi yaptığım çizimlerin gerçeğe yakın olması… Hiçbiri birbirinin aynısı değil. Bu durum çok önemli bir şey de değil fakat belirtmek istedim sadece… Çizimlerimin içeriğinde çok fazla şey saklı; bir sürü hikâye, etkilendiğim insanlardan, olaylardan, anılarımdan ve biyografilerden oluşan çizimler bunlar. Deniz Bilgin, Semiha Berksoy, Unica Zürn… Çizim yaptığım ilk yıllarda Burhan Uygur… Bu yol uzun bir yol sonuçta. Bu yola devam ediyorum, devam etmem gerekiyor çünkü çizdikçe kendimi ve dünyayı görüyorum, anlıyorum. Bir ruh çözümleme sanki… Fakat bütün resimlerimi anlatmaya kalkışsam bu epey zor bir şey olurdu. Bu durum bir rüya görmeye benziyor. Resimlerimi çizerken rüya görüyormuşum gibi yapıyorum ve eserlerime sonradan baktığımda eserlerim bana bir şeyler söylüyor. Bu anlam çeşitliliği izleyicinin kendine bakışını sağlıyor.

Z.Y.: İzleyicinin zihnine ket vurmak senin sevmediğin bir şey. Bu açıdan baktığımızda çizimlerinde gerçeküstücü bir boyut ön-plana çıkıyor sanırım…

C.F.: Tabiî ki böyle bir boyut var. Fakat çizimlerimi ve sanatımı ‘outsider art’ kavramı ile tanımlıyorum. Bu akademik olmayan bir sanat anlayışıdır. Yaptığım çizimlerin tanımlaması ‘outrsider art’dır. Ankara Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi’nde sanat eğitimi aldım, lise yıllarında hep bir şeyler deniyordum ve araştırıyordum. Üniversitede daha özgürce çalışmaya başladım ve çizimlerim için ilk denge 2000 yılında oluştu. Çizimlerimin karakteri, dışavurumu, çizgimin olgunluğu ve karakteri o yıllarda tamamlandı. Çizimlerim gerçek ve hayal arasında gelişen hikâyelerdir.

Z.Y.: Gözler Odası’nda yeni oluşumlar, yaklaşımlar var mı? Yeni bir görsel dili bütünlemeye çalışıyor musun?

C.F.: Sonuçta, tüm çizimlerimin bir dili ve karakteri var. Aynı dilde birbirinden farklı çizimler olacak Gözler Odası’nda… 90’dan fazla çizim yer alacak sergide. Çizimlerimi özellikle çerçevesiz sergilemeyi tercih ediyorum. Böylesi daha gerçek ve net oluyor. O çizgiler de yaşamın bir parçası… Hepsi anların birlikteliğini doğuruyor. Birbirleriyle temas halindeler. Yaşama karışsınlar istiyorum. Bundan çok hoşlanmasam da fiyat konusundan bahsetmeliyim: Herkesin resimlerime ulaşmasını istiyorum, herkesin evinin içine girmesini istiyorum resimlerimin… O yüzden bu sergimde eserlerimin fiyatlarını düşüreceğim. Zaten çok ürettiğim için bu durum benim için bir kayıp değil, konuya böyle bakmıyorum.

Z.Y.: Son on yılda ön-plana çıkan çağdaş sanat yaklaşımı veya galeri sistematiği hakkında neler düşünüyorsun? Sanat dünyamızı nasıl görüyorsun?

C.F.: Sanat dünyası denince aklıma kendi dünyam geliyor açıkçası… Kendi dünyamın içinde olan insanları görüyorum. Son CI’u ziyaret ettim. Bir galeri vardı, Portekizli bir sanatçı. Şimdi adını hatırlamıyorum, o resimleri çok beğendim. Ama bana çok fazla ‘hazırmış’ gibi geliyor bazı yaklaşımlar… Jean de Buffet demiş ki ‘Pasta değil, ekmek!’ Hepsi için söylemiyorum -zaten haddime de düşmez- ama çağdaş sanat kapsamındaki bazı eserler bana çok pastavari geliyor. Süslü püslü…  Buffet’in bir sözü daha var, onu çok severim, hatırladığım kadarıyla şöyleydi; ‘Estetik değerlerin sanatta olma zorunluluğu çok eski bir mittir ve bence bunu empoze etmek büyük bir suçtur’ diyor. Yani, bütün sanat tarihiyle ilgilenmiyorum açıkçası.

Z.Y.:  Eserlerine tek tek isim vermediğini görüyorum. Bunun sebebini merak ediyorum…

C.F.: Çünkü bazı resimlerin adı çok belli aslında… Ben yazmasam dahi isimleri var o resimlerin. Mesela, 2010’da bir çizim yapmışım, ben sonradan fark ettim, bir toprak parçası üstünde iç içe geçmiş yaratıklar ve ben o toprağa yüzük takmışım. Aklıma birden Âşık Veysel geldi. ‘Benim sadık yârim kara topraktır.’ Aslında, herkes kendi algısıyla bakmalı resimlerime, benim algıladığım şekliyle değil. Sanatla ilgili olarak bu bakış eksik sanırım. İnsanlar hep ressamın bireysel algılarıyla ilgileniyor. Hâlbuki şöyle düşünmeli izleyiciler: ‘Bu resim bana ne katıyor, ben bu resimde ne buluyorum, nasıl ilişkilendiriyorum bu resmi kendimle’. Ben ressam olarak dayatamam bazı şeyleri, benim resimlerim öyle değil. Resimlerime baktığında izleyicinin kendisiyle temas kurmasını beklerim. İşte o zaman sanat, izleyiciyle buluşuyor. İzleyicinin daha serbest düşünmesi için eserlerime isim koymuyorum.

Z.Y.:   O zaman ‘Gözler Odası’ için özgür bir sergi diyebiliriz…

C.F.:  Evet. Zaten bir odada olacak sergim… Ben bu odaya ‘Gözler Odası’ ismini koymak istedim. İlginç bir sergi olacak…

Z.Y.:  İçtenlikli cevapların için çok teşekkür ederim Ceren.

C.F.:  Ben teşekkür ederim.

20 Ekim 2019