Cevaplama: “ŞİİR, ŞİİRDİR” ve “DONDURMA DEĞİLDİR.” (Mazlum Çetinkaya & Emir Alisipahi & Cem Onur Seçkin)
Son günlerde edebiyat içerisinde şiire dair çeşitli tartışmalara tanık oluyoruz. Şiir sadece insanın duygu, düşünce, fikir, hayal vb. paylaşmak için kullandığı özel bir aktarım biçimi midir? Yoksa dilin karşı itirazı mıdır, sorumlulukları var mıdır? Bazı yayınevleri de artık şiirden uzak durmaya çalışıyor, burada ticari vb. kaygılar da görüyoruz tabiî… Ancak suya sabuna dokunmayan bir dil ve imge adına anlaşılmaz sözcüklerden oluşan (bir boyutu ile de deneysel diye açıklanan!) dizeler topluluğu… Güzel sanatların en üstünü ve en zor olanı şiir sanatıdır, der Friedrich Hegel. Turgut Uyar da şiiri şöyle tarif eder, “şiir, Matematik gibi kolaydan başlanılıp öğrenilmez. Kolaylık, bir beğeni olarak yerleşiverir insanın kişiliğine, sonra da kolay kolay değiştirilemez” der. Yeni dönemi ve yeni dönemde bunca şiir yoğunluğunu ve bu yoğunluğun karşılığını, olumlu olumsuz yönleriyle genç şairlerimizden Emir Alisipahi ve Cem Onur Seçkin’e sorduk.
Mazlum Çetinkaya
Mazlum Çetinkaya: Şairin kendi varoluşsal zemini üzerinden şiiri sadece yazılı bir itirazın sözleri yapması, şiiri bir karşı koyuş olmaktan çıkarıp estetik bir hazza mı dönüştürmüştür?
Emir Alisipahi söylüyor:
evvela,
hakikat bekaretinin yırtılmaz kesinliğiyle birlikte,
zihnin süzgecinden geçip, karşısında gerindiğimiz ışıkta,
ve ardımıza düşecek olan karartının da bilinciyle,
hayatın kendisi gibi yarım/eksik,
yaşamak kadar özgür ve mahkum/mahsur,
hislerin ve devinimin sonsuz/duraksızlığına karşın
anlamın dönüştüğü/sıkıştığı dil ile ifade etmeye çalışacağım.
acı: kristalize
Şiirin en mühim varoluşsal niteliğinin acı olduğunu ancak bir kumaş gibi eskidikçe üzerine yapışan koku ve kırçıllı/dikenli dokudan anlarız. O sebeple şiiri en başta koklamak, incelikli -dokunmuş- olan bu büyü yöntemini kavramak/dokunmak, yani “damarlarda hissedebilmek” gerekir. Çünkü her şair, şiire kendini dikmiştir. Bu durumda eleştiriyi bir meslek olarak var eden entel cenahların, kabiliyetsizliklerini örtbas etmeye çalışıp bilmekle kirletmek/kirleşmek suretiyle itibarsızlaştırdığı en önemli kavramlar, bu sonuçlama dolayısıyla anlamak ve anlayıştır. Bu iki kavram üzerinde keskin bir biçimde, katedilmesi gereken ciddi bir zihniyet meselesi vardır ki, petrolün varil fiyatı üzerinden radyasyona uğrayan kemiklerin kıkırdak gibi eğilip bükülebilir hale gelmesinden dolayı içinden çıkılamaz bir durum almıştır. Duyguların yırtıldığı ve sesin hıçkırdığı böylesine bir yazım biçiminde haz olarak algıladığımız/hissettiğimiz çizgi, zil takıp göbek atmak olmadığından dolayı bu itirazın yani şiirin söylemdeki kuvvetine/sıkılığına ve ahenkten göz kırpan büyüye yerleşmek gerekir. Şiirde bu iki önem birbirine sıkıca kenetlenmiştir.
Cem Onur Seçkin söylüyor: Şiiri yazılı bir söz ya da tözün itirazı olarak kalıplaştırmak yanlıştır çünkü şiir kendi evrenini var etmeye gelmenin dışında, yokluğuyla da bütünleşik metafiziksel bir kavramdır. Şiirdeki karşı koyuş da ilerici yaklaşımlardan kaynaklanmaktadır. Hatta şiir de şair gibi yoldur kendisine. Bazen bu yolculukta sürreal noktalara değinir, bazen dadacı konuşur bazen varoluşsal davranır ancak bu yolculuk hedonistler gibi salt hazza yönelik değildir. Haz anlıktır ve nesneyi donuk kılar yani şair bir dondurmacı değildir ki dipfrizde dondurulmuş tezahürlerin dışına çıkmasın.
Mazlum Çetinkaya: Bu dönüşümün suya sabuna dokunmayan şiire de kapı araladığını, yer yer de dil konusunda şiiri bir anlaşılmazlığa sürüklediğini görüyoruz. Bu konularda neler demek istersiniz?
Emir Alisipahi: Şiiri dile getirebilmek/yazabilmek ne kadar incelik gerektiriyorsa şiir de sizden -gayet tabiî- incelik bekleyecektir. Suya sabuna dokunmadan, arka fondan arabesk bir tuşeyle, şiiri sevmekte/yazmakta/yaşamakta/dile getirmekte gayet özgürsünüz. Ancak unutulmasın, utanış kadar: “Şiir, herkesi sevmek zorunda değildir!” (Zy)
Cem Onur Seçkin: Salt hazcı yaklaşım şiiri kısır bir döngüye tabi tutar. Eğer bu döngü suya sabuna dokunmayan bir şiire kapı açıyorsa suya sabuna dokunmayan şiir kendisine dikkat etsin, bu zamanlarda salgın oldukça fenomen. Dil konusundaki anlaşmazlığa gelirsek; şiirde dili kullanmak, aslında cerrahi bir ameliyattır. Kelimelerin kan kaybetmemesi gerekir. İmgelerin güzel dikilmesi önemlidir. Hayattaki gerçekliğin ve dokunun anatomisi iyi bilinmelidir. Diğer türlü şiirden çok ceset çıkar ortaya.
Mazlum Çetinkaya: Öte yandan yine bazı yayınevlerinin de bunun önünü açmasına, yani yayınevlerinin bu tarz şiire bir boyutuyla da “örtülü ödenek” olduğunu düşünüyor musunuz?
Emir Alisipahi: Şiir, şiirdir. Şair; erdem nakışıyla bezenmiş şiir ceketini, omurgasını kaybetmeden giymeye devam ettikçe o ceket elbet zaman rüzgârının aşındırmasıyla birlikte şeklini bulacaktır. Ancak yayınevleri ve editörlerin şiire batırdığı turnusol kâğıdı, toplum değerlerinin iğdiş edilmesiyle paralel bir stratejik hamle içermesinden dolayı şiirin her seferinde mavi renk almasında -yani yalnızca istenilen tipe bürünmesinde- bu dayatma ve baskıcı tutumlar sergilenmeye devam edecektir. Bilinsin ki birgün kırmızı, yırtacak o mavinizi…
“bal çalınmaz dillerin kederi,
başkaldırıyla dölleyecek imgeyi.
artık, derisi sıyrılmaz bu balığın”
Cem Onur Seçkin: Yayınevlerinin popüler olana çalışıp ithalat ve ihracat kolonileri kurmaktan öteye geçtiklerini sanmıyorum. Duyar kasarak eril ve dişil eleştirileri kamuoyuna pazarlamak dışında bir magazinleri bulunmamakta. Nitelikli şiir yazanların ya da kendi şiiri peşinde koşanların itildiği kakıldığı bir edebiyat ortamı içerisindeyiz ayrıca. Kitap, şair ya da yazar eleştirileri mahalle dedikodusuna çevrildi; insan insanın kurduna dönüşmüş durumda. Son dönemde meydana gelen tartışmalardan bunu çok rahat bir şekilde anlayabiliriz. Yayınevlerinin ve günümüz edebiyat ortamının bu durumda olması eserlerin üretimini de kısırlaştırmaktadır. Çünkü meydan muharebelerinde olduğu gibi bir şeyler yağmalanmaktadır. Bu, kişilik olabilir, saygı olabilir hatta sevgi de olabilir. Kirli bir topluluk sizce temiz olan duyguları ve düşünceleri ne kadar tozlanmamış aktarabilir? “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve kardeşçesine,” unutuldu. Tek ve hür ve kardeşçesine olmadan nasıl çıkacak peki karanlıklar aydınlığa? Nasıl kudretlenecek kemiklerimizin en sıhhatsiz dokusu? Kemiklerimiz kırılmaya devam eder işte böyle. Çektiğimiz acıların faizini de öderiz, örtülü şairler de oluruz; örtülerimizi soyunarak.
Temmuz, 2020