DÖRT ŞİİR (Muhammet Emre Durmuş)
ATEŞ GETİREN
Temmuz 2022, İstanbul
İşte bu gecenin son seferi
Ve gözümü alan ışığı gelenin
Belki durur, belki de öyle giderim
Belki yolu belki zamanı geçerim.
Oysa birdim, hiç üşenmedim.
Bir çikolata parası, ayakkabısı delik
Karlı kapıların önünde paltosuz bekledim.
Neredeydiniz?
Hayır, ben o yolları çoktan geçtim.
O titreten soğuk yarası hep içimdedir.
Düştüysem ne olmuş, kanadıysa dizim
Çizik gülümsememi gösterir de geçerim.
Daha ne göreceğiz bilmem dedim.
Öyle ya dediler, zaman çok çirkin
Beklettiğim ki yaram sudan derin
Yapacak bir şey yok deyip rastgele gittiler.
Ateş getiren ellerimle güneşi bekledim
Neredeydiniz?
Acele et kaçırma bu seferi de gecenin
Beni düşünme, gölgede zaten ruhum serin
Yaksın şahlanan Temmuz’un güneşi, ne çıkar?
Girsin göğün şefkatli dikenleri göğsüme
Ahımı bir kenara bırakır da geçerim.
MEŞALELER YANDIĞINDA
Ağustos 2015, İstanbul
İçimizde meşaleler yaktık ama
Küllerimizden geri doğamadık.
Kapılar kırıldı, porselen tabaklar gibi
Duvarlar ördük kanat açan güvercinlere.
Rafa kaldırdık kilitleri
Şafak aldırdık gecelere.
Sabahların üstünü tellerle ördük
Umudun ölümünü ellerimizle gördük
Meşaleler yandığında
Kilitli kapıların ardında
Rafa kaldırılan uzun gecelerde söndük
BİZ KÜÇÜKKEN
Islıklar bir neşeli çalardı.
Adımlar ahenkli yavaş yavaş tınılardı.
Nereye koştuğunu bilmeksizin
İnsanlar yetişmek için koşturmazdı.
Apartmandan labirentlerin arasında,
Labirentlerin etrafında.
Yağmurdan kaçılmaz, umarsız top oynanırdı.
Verilecek hesap çamuruydu pantolonun.
Küçükken ben
Gözümüzün önündeydi göğün kuşağı
Gökyüzü uçsuz maviydi
Tüm güzel gözler gök rengiydi
Aydan aldığı ışıkla
Tüm çocuk gözleri dünya gecesiydi.
İçinde yıldızların gölgesi.
Mevsimlerin ruhu vardı.
Gün yüzünü gösterip gülerdi yalnızlara.
Yağmur hüznünü gizlemez beraber ağlardı.
Dünden kalan pis tortular birikmezdi kanallarda
Uçarı bilyeler ve kâğıt sandallar yüzerdi.
Rüzgârların savurduğu çocukluklardaÜstünde gök gürleyen yürekler
Şubat 2022, İstanbul
Bağrından çıkardıkları hırpani seslerle
Ağıtlar yakarlardı bu bahtsız yaşamaya
Dumanı bağrında tüten kavallar çalardı
Zalim haramilerin gökten sarayında.
Küçük olduğum zamanlarda
Selamlar karşılıksız kalmazdı.
Çorbalar sıcaktı, kalbi doyardı gariplerin bile.
Büyüktü ailemiz, büyüktü kalbimiz.
Aklımız vardı, insanlardık.
Hiç değilse yarınımız vardı
Hiç değilse kendimiz vardı
Kendimiz, biz, hepimiz.
EVCİLİK
O sessiz solukların ardında,
Kimler hıçkırıyor bir bilseniz.
Yol ortasında ölmek vardır şimdi,
Bizi ancak yorgun güneş paklar.
Ağustos bir bulut göçmeye yatarken
Ruhunuz kasvet bulutlarını dağlar.
Şimdi ölmek ne zordur bir bilseniz,
Arkanızdan bir yaz yağmuru ağlar.
Bir yalnızlık vardı, o da gitti,
Yellerinden bir boşluktur kalkar.
Arkanızdan bir yaz yağmuru ağlar.
Bir yalnızlık vardı, o da gitti,
Yellerinden bir boşluktur kalkar.
Anlayamamak ne zordur bir bilseniz,
Doludur yataklarınız, bentleriniz taşmaz.
İçinizde büyütürsünüz yetimlerinizi
Dalgalanır denizleriniz, dolar durulmazVe şimdi bir balkon köşesinde
Ağustos 2015, İstanbul
Bakarken bir asfalt balçığına,
Enkazdan çıkan evcilik çocuklarını
İzleyip ağlayamamak da mümkün.
Çünkü sadece enkaz altında değil,
Mayınlar altında da oynuyor çocuklar,
Madenin altında gülümsüyor çocuklar,
Sular altında duruluyor bu mürekkep ve
Karanlıklar içinde sönüyor ışığımız.
Çünkü evcilik oynarken mahsustan değil,
Ölüm oyununda devriliyor çocuklarımız.
Camın ardından bunları izlemek ne zor bilseniz,
Gökten düşen bir su damlası olmak istersiniz.
Muhammet Emre DURMUŞ