EŞİK (Fulya Girginer)

-Lütfen yaklaşma!

Dinlemiyordu beni. Giderek yaklaşıyordu. Belli belirsiz aslında. Hareket ettiğini görebilmek için gözümü kırpmadan bakıyordum. Gözlerim acıdı, sonunda kırpmak zorunda kaldım. Ama hissediyordum, bir şekilde yaklaşıyordu.

Sinsice, çok yavaş, süzülerek…

Kıpırdayamıyordum bile. Öylece bakıyordum.

Damarları var mıydı? Damarlarında küçük küçük kurtçuklar dolaşıyor olmalıydı. Kurtçuklar öyle hareketliydi ki, bütünde hareketsiz görünüyordu.

Zamanda süzülebiliyordu. Kadim bilgelerin nefeslerini taşıyordu üstünde.

Bulunduğu o yerden bana doğru tüm alanı kaplayabiliyordu.

Ve aslında yoktu…

Başımın üstündeki ağaçtan bir çıt sesi geldi. Ben ve onun bütün gözleri, kulakları, antenleri, duyargaları, hücreleri, kemikleri, sese döndük. Bir yaprak dalından koptu. Şaşırdık. Yaprak süzüle süzüle düşmeye başladı. Bu kez yaprağa seslendim,

-Lütfen yaklaşma, lütfen…

Gülümsedi. Yani, bir yüzü yoktu aslında. Tüm evreni gülümseten, yaprağın kenarından yansıyan, rüzgârı ısıtan bir şey oldu.

Kalbimin sesini işitmeye başladım. Her bir atışta bir adım yaklaşıyordum ona doğru. Yaklaşıyor muydum? Bilmiyorum… Dayanmak için tek çarem kalmıştı, direnmek.

Gözlerimi dimdik üzerine diktim.

Küçülmeye başladı.

Başlangıçta arkasındaki ağaçtan daha uluydu, sonra ben baktıkça küçüldü iyice. Küçüldü, küçüldü… Ağacın kovuğuna kadar.

Bir ter damlası alnımda yürümeye başladı. Dimdik bakmayı sürdürdüm. Damla kaşlarımın arasındaki çizgide yer buldu, oradan burnuma düştü. Bakışlarımı hiç indirmeden sağ elimi kaldırdım ve sildim damlayı. Sonra sol elimi de hareket ettirdim. Yavaş, ama çok yavaş adımlarla ilerlemeye başladım.

Yalvardı bana,

-Lütfen yaklaşma!

Fulya GİRGİNER
fulyacim@gmail.com